Türkiye Çin'in yerini alabilir mi? Uzmanlara sorduk

Çin aslında 1960’larda yoksul bir ülkeydi. 1949’da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nin görünümü dünya ticaretine entegre olması ile değişti. Pekin yönetiminin dünya ticaret örgütüne üye olması dengeleri değiştirdi. Değişim ülkede kilometre taşı oldu. Dünya üretiminin ana odağı Çin oldu.

CNN TÜRK Ekonomi Danışmanı Prof. Dr. Sefer Şener, “Çin üretim yapısıyla ucuz, kendi para birimiyle yani parasını sürekli devalüe ederek diğer ülke para birimleri karşısında değerini düşürdü ve üretim anlamında çok ciddi bir avantaj elde etme yolunda önemli ilerlemeler kaydetti. İşte bu veriler ışığında Çin, 2000 yılında dünya ticaret örgütüne üye olduktan sonra çok hızlı bir şekilde dünya ticaretinin merkezi olmayı da başaran bir ülke” dedi. 

Şimdi ki soru “Değişen dönemde Türkiye Çin’in yerini alabilir mi?” Daha doğrusu yönünü değiştiren sermaye, Türkiye için yeni bir ekonomik eşik atlama adımı olabilir mi? Prof. Dr. Sefer Şener, “Bundan sonraki süreçte aslında Çin, güvensizliğin artması, Avrupa ve ABD tarafında tedarik zincirlerinin Çin’den farklı noktalara yönlendiriliyor olması, Türkiye ekonomisi için avantaj oluşturacak niteliktedir. Bu önümüzdeki yıllar için çok ciddi anlamda bir fırsattır Türkiye için. Türkiye bu fırsatı üretim yapısını değiştirerek değerlendirmelidir ve dünya ticaret hacminden daha yüksek pay almalıdır. Dünya tedarik zincirinin önemli bir halkası Türkiye olmaması için bundan sonraki süreçte hiçbir sebep yoktur. Bu veriler ışığında Çin’e azalan ilginin bundan sonraki süreçte Türkiye, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelere yönlenmesi çok muhtemel gözükmektedir” diye konuştu. 

Peki, Çin modeli nedir? Son 30 yılda ortalama yüzde 6 oranında büyüyen Çin, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi. Ülke aynı zamanda dünyanın en büyük imalat sektörüne sahip. Çin izlenen politikalarla, dünyanın üretim ve ticaretinin merkezi oldu. Polis Akademisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Levent Yılmaz, “Çin diye konuştuğumuz ekonominin geçiş süreci de kolay değil. Uzun yıllar aldı bu. Ciddi stratejilerin uygulandığını görüyoruz. Sert tedbirlerin alındığını gördük dönem dönem ve özellikle Çin’in rekabetçiliğini artıracak şekilde fiyat avantajını kullanabileceği ortamlar, altyapılar oluşturuldu. Bu açıdan baktığımızda Çin modeli Türkiye’nin örnek alabileceği modelden daha ziyade, Türkiye’nin doğrularını, o modelin doğrularını görüp, esnekliklerini de kendi esneklik payını kullanarak doldurabileceği bir örnek olarak görülebilir” değerlendirmesini yaptı. 

Türkiye son dönemde dünya ticaretinden aldığı payı yüzde 1 seviyesine çıkardı. Ankara eğer üretimdeki bu değişimi yakalayabilirse, önümüzdeki yıllarda bu oranı yüzde 2 seviyesine çıkartmak istiyor. Bu da yüzde 100 artış demek. Türk ekonomisinin gücünü ikiye katlaması anlamına geliyor. Doç. Dr. Levent Yılmaz, “Avrupa açısından konuya baktığımızda Türkiye önemli bir noktada. Zira maliyetlemeler açısından değerlendiğimizde, Avrupa’nın eskiye oranla çok çok pahalı bir üretim altyapısının olması meselesi, Türkiye’yi burada Avrupa için önemli bir lokasyon haline dönüştürdü. Artık Avrupa’yı incelediğimizde, Avrupalı şirketlerin büyük bir kısmının Türkiye’de yatırım arayışı içinde olduklarını veya kendi Avrupa’daki üretim üstlerini Türkiye’ye kaydırmak için fizibiliteler yaptıklarını görüyoruz. Ve bu konuda da Türkiye Avrupa için aynı zamanda önemli bir açılım sağlamış durumda” ifadelerini kullandı. 

Şimdi yeni haber Avrupa Birliği’nden geldi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, “Küresel geçiş yolu, Avrupa Birliği’nin dünya çapında altyapı geliştirmeye yönelik büyük yatırımlar için planı veya yol haritası diyebilirsiniz. Bir bakıma tabii ki Avrupa Birliği’ne de fayda sağlamayı istiyoruz çünkü “küresel geçiş yolu” aynı zamanda dünyadaki stratejik çıkarlarımızla da ilgilidir” açıklamasını yaptı. 

Avrupa Birliği, Çin’in 2013 yılında hayata geçirdiği “Bir Kuşak Bir Yol” projesine rakip oluyor. AB, “küresel geçit” adlı dev yatırıma 2027 yılına kadar 300 milyar euro ayıracak. Projeyi yorumlayan Prof. Dr. Sefer Şener, şunları söyledi:

“Çin küresel anlamda bir üretim, tedarik ağı oluşturuyor. Ve sadece tedarikte Çin’e bağlı kalmak, küresel anlamda çok ciddi güvenlik sorunları da beraberinde getiriyor. O yüzden Covid-19’la birlikte, pandemiyle birlikte dünya küresel anlamda Çin’e odakladığı ticareti, diğer gelişmekte olan ülkelere doğru kaydırmaya başladı.”

Projenin ağırlıklı olarak Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerini kapsaması planlanıyor. Bu üretimin önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye’ye de yatırımın kayması anlamına gelebilir mi? Doç. Dr. Levent Yılmaz, şu yanıtı verdi:

“Avrupa ülkeleri tarafından da sıkça dile getirilmişti. Özellikle bu tedarik zincirlerinde “Türkiye, Çin’in boşalttığı alanı doldurabilir mi?” sorusu. Kademeli olarak burada yatırımların arttığını görüyoruz. Bu son derece önemli. Türkiye o coğrafi konumunu, içeride o sanayi konumunun altyapısını güçlendirerek koruyabildi. Geliştirebildi hatta. Baktığımızda bugün öncü göstergeler açısından Türkiye’nin 2021 yılının tamamında büyümesinin çift haneli olacağına ilişkin işaretler son derece fazla. Özellikle sanayi üretimi endeksi, imalat sanayi kapasite kullanımı ve imalat PMI gibi veriler, öncü göstergeler. Güçlü bir büyümeye işaret ediyor. Bütün bunlar Türkiye’nin üretim tarafında gücünü artırdığını gösteren en temel göstergeler.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kurmaylarına, ekonomide yeni dönemin yeni yol haritasını anlatırken Çin örneğini verdiği biliniyor. Doç. Dr. Levent Yılmaz, “Türkiye’nin yeni ekonomi programındaki hedefi, bizzat sayın cumhurbaşkanı tarafından da net bir şekilde ilan ediliyor. Oradaki temel hedefin şu olduğunu görüyoruz; İhracatı, üretimi, istihdamı artıracak, bütün bunlarla büyümeyi artırarak ekonominin gücünü konsolide edecek bir ekonomi planı olduğunu görüyoruz. Burada da biraz düşük faizlerle teşvikleri artırarak üretim tarafını önceleyen, konunun kur tarafını biraz serbest piyasa içerisinde bırakıp kuru baskılama yerine biraz kurun yukarılarda bir yerde dengelenmesine imkan tanıyacak bir model olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte de cari fazla vererek ihracatı ithalattan fazla yaparak ve bu sıcak paranın girişini sınırlandırarak, bir taraftan da cari fazla vererek bir büyüme modelinin kurgulandığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda Türkiye önümüzdeki dönemde önemli bir üretim üssü olma yolunda önemli adımlar atmış oluyor. Çünkü üretimdeki rekabetçiliği artırmış oluyor” yorumunu yaptı.

Uzmanlar, “1970’lerin Almanya’sında mülteci nüfusu vardı. Çin ise genç nüfus, sanayi ve üretimle büyüdü. Biz de genç nüfusla üretimle büyümeliyiz” yorumunda bulunuyor. Doç. Dr. Levent Yılmaz da “Türkiye’nin pek çok avantajı var. Bir kere kalifiye iş gücü açısından Türkiye önemli bir ülke. Genç bir nüfusu var. Bu uzunca bir süre Türkiye’nin avantajı olarak devam edecek. Oluşturulan sanayi altyapısı esnekliği son derece önemli. Türkiye’nin güçlü bir bankacılık sistemi var. Küresel finansal sisteme entegre bir bankacılık sistemi var. Lojistik ağlarını Türkiye çok güçlendirdi. Özellikle dünyanın geri kalanına erişim noktasında ciddi manada ulaştırma altyapısını güçlendirdiğini görüyoruz. Bütün bunlar avantajlar. Bu avantajlar açısından baktığımızda da bu avantajları uygun maliyetlerle sunabilen, bölgedeki hukuk sistemi işleyen, küresel sisteme entegre olmuş, yegane ülkenin Türkiye olduğunu görüyoruz” dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir